Kayseri gezisi epey geride kaldı ama yazacaklarım bitmedi.
Bu ev Talas'ta, öyle hoşumuza gitti ki bir hikaye uyduralım dedik, bir cümle iki cümle derken baya eğlendik doğrusu . Arkadaşlardan aldığım ilhamla dönüşte bir hikaye yazdım. Bakın bakalım nasıl olmuş.
Nihansın Dideden
Ezan sesiyle açtı gözlerini, sağ yanına döndü usulca kalktı yataktan, eskisi gibi ha bismillah deyip ok gibi fırlamasıma müsaade etmiyordu sırtının dizlerinin ağrısı,yavaşça yürüdü dizlerinde ki kapı gıcırtısını andıran sese aldırmadan. Buz gibi suyla abdestini aldı namazını kıldı,duasına Nihan'ını katmayı ihmal etmedi. Dile kolay elli sene aynı yastığa baş koymuşlardı, iki ay önceydi o karanlık sabaha uyanmış fakat Nihan hanımı uyandıramamıştı, halbuki hep Nihan'ı uyandırırdı onu nisan yağmurunu andıran yumuşak sesiyle. Abdest suyunu ılıştırır en yumuşak havluyu tutardı. Gözünden yanağına süzülüverdi gözyaşı,bir ah çekti derinden. Geceden sabaha evrilen alaca karanlıkğa açtı pencereyi. Hafiften çiğ kokusu çalındı burnuna, derin bir nefes çekti ciğerlerine işleyen hüznü bastırmak istercesine. Karşıda titreyen, üflesen yana devriliverecek ahşap evin kırık dökük penceresi ilişti gözüne bugün de buradayım, bak Nihan hanım göçtü gitti,sende göçüp gidersin ben yine yıkılmam der gibiydi. Yumdu gözlerini ağarmaya başlayan günün kokusunu çekti ciğerlerine usul usul.
Kapısından gelen tık tık sesiyle yüreği hop etti, annesinin sesi daldığı tatlı hayallerden çekti aldı "Halit oğlum uyandın mı, tez davran hadi düğün kurulacak akşama bekletmeyelim konu komşuyu " Dili ağzında büyüdü sanki "tamam ana " deyiverdi anca. Karşı pencereye baktı Nihan kınalı ellerini kalbine bastırmış onu izliyor. Yüzüne ateş bastı elini önce dudağına sonra kalbine götürdü, gözlerini sevdiceğinden ayırmadan. Nihan utandı eğdi sürmeli ela gözlerini yere, yanakları aldan daha aldır şimdi. Dün gece ne de güzeldi kırmızı bindallının içinde, kına yakılırken yan yana oturtmuşlardı ikisini, amma çok ağlamıştı Nihan, sanırsın memleket aşırı gelin gidiyor. Yahu karşı eve geçeceksin camdan baksan anacığını görürsün, kapıya insen baban ya kahveye ya ekmek almaya gidiyordur . Ama yook öyle bir ağlıyor ki sanırsın atımın terkisine atıp dağlar aşıracağım. Telaşını farkeden yengesi " adettendir guzum gelin kısmısı hem ağlar hem oynar "deyiverdi kulağına. Daha oynadığını görmek nasip olmadı ya neyse,bugün düğünde oynarız karşılıklı deyip iç geçirdi. Ne tez akşam olmuş anlayamadı , bir baktı Nihan karşısında teliyle duvağıyla, belinde al kuşağıyla, kınalı ellerini narin omuzlarına doğru kaldırmış ela gözleri kah Hâlit 'ın gözlerine bakar kah utanır ayak uçlarına eğilir. Yanakları al al yine mahçupluk mu yoksa civelek kardeşi boya mı sürmüş bilemedi Halit. Döne döne utana sıkıla oyunu bitirdiler, geçip oturdular baş köşeye. Yandan yandan bakışıyorlar gelinle damat gülümsemeleri çekingen, Hâlit masanın altından elini tutuyor Nihanının, Nihan çekmeye çalışıyor napıyorsun bir gören olacak diyerek elini. Görseler nolur ki, telinle duvağınla aldım ya seni, bu çalgı bizim için çalar duymazmısın deyip bırakmıyor Hâlit, düğün bir bitse, bir dağılsa kalabalık kınalı avuçlarını koklaya koklaya öpse...
Yüzüne birden yağmur damlaları çarpmaya başladı., irkildi etrafına bakındı hava aydınlanmış, karşı eve baktı titreyip durur "bu yağmur bana ne etsin " der gibi. Sükut-u hayal diye mırıldandı. Bir gayret indi alt kata, mutfağa geçesi gelmedi. Gramafona takıldı gözü, saba makamını pek severdi amma yağmur sesine rast makamı iyi yakışır deyip taktı plağı, gramafonun iğnesini yavaşça yerleştirdi, Nihan hanımın örgüsünün durduğu koltuğa baktı, kendi koltuğuna oturdu usulca. Plak döndü cızırtıların arasından tanıdık bir ses başladı musikiye.
" Nihansın dideden ey mest-i nazım Bana sensiz cihanda can ne lazım Benim sensin felekte çare sazım Bana sensiz cihanda can ne lazım"